İletilmeyecek bir mektup
Sevgili X, Bu benim anne olarak idrak ettiğim 6. Anneler Günü. Senin ise belki de anne olduğunu unutmayı dilediğin 6. Anneler Günü. Ben bu altı yılda her gün bu yavrunun annesi olduğum için şükrettim. Sen ise belki de her gün bu yavruyu dünyaya getirdiğin ya da getirmek zorunda kaldığın için üzüldün. Ben bu altı yılda seni ara ara hatırladım. Sen ise belki de hiç hatırlamak istemedin. Sana dair, senden bir parçanın kopup benim baş tacım oluşuna dair zayıf tahminlerim var elbette. Hangi tahminimin gerçeğe daha yakın olduğunu bilmek ister miyim, emin değilim. Oğlum bebekken seni daha sık düşünüyordum. Oğlumun o tül gibi göz kapaklarının ardındaki ışıklı iri gözleri, minicik hokkacık…
Yıldönümü anısına: Hoş geldi, safalar getirdi!
Bugün 4. yılımız doldu beraber. Gerçi kutlamamızı (kavuştuğumuz gece olduğu için) Kadir Gecesinde yapmayı tercih ediyoruz. Ama yılın aynı zamanında, aynı mevsiminde bu yıldönümünü anmak da bir başka heyecan oluyor. Biz 4 sene önce anne baba olduk. 4 sene önce kalbimiz nur, günlerimiz neşe, evimiz huzur doldu. Bu kadar zamanda sayısız cicili bicili kıyafet, oyuncak, bakım malzemesi gelip geçti elimizin altından. Her birinin gidişi Enes’in büyümesini imledi. Bu yüzden en sevdiklerimizi bile okşayıp koklayıp çıkardık elden. Gigabyte’lar dolusu fotoğraf ve video kaydettik şu dört yılda. Kimine o kadar sık ve o kadar çok baktık ki artık kalplerimizin odacıklarında nakşoldu sanki. Kimine de belki hiç bakamayacağız, sıra gelmeyecek. Ama hep Enes’in…
Çocuğa ölümü anlatmak
Güzel kedimiz Biber’i kaybettik geçen hafta. Çok üzücü ve ümidin giderek azaldığı uzun bir tedavi sürecinden sonra -kabul etmek çok zor olsa da- uyutulmasına onay vermek durumunda kaldık. Tek tesellimiz artık ıstırap çekmiyor olması. Enes Biber’in her günkü veteriner ziyaretlerine zaten 20 gündür aşinaydı. O son gün de Biber’i bir şala sararak kucağıma almıştım. Enes’i anneanneye bırakıp Biber’i son kez veterinere götürdük. Hem evden çıkmadan hem de Enes’i bırakırken Biber’in hastanede kalacağını, ona veda edebileceğini söyledim. Ama olayı anlamadığı için vedayı da istemedi. Biberciğimizi hastaneye götürdüğümüzde zaten hayatla bağı koptu kopacak gibiydi. Onu öyle görmek çok zordu. Yine de mümkün olan son ana kadar yanından ayrılmadık. İşlemden sonra bedenini almak…
Mahkeme
Yasaya göre evlat edineceğimiz çocuğa bir sene bakım vermiş olmalıydık ve işte vermiştik. Bu bir senede kurumdan görevlilerle birkaç kez irtibata geçtik, bir kez de ziyaretimize geldiler. Önceden söylemişlerdi bu ilk yılımızda ailemiz hakkında, Enes’in bize uyumu hakkında raporlar tutacaklarını. Bir senemiz dolunca hemen adliyede aldık soluğu: Aile mahkemesine evlat edinmek için başvurduk. İlla ve mutlaka onu nüfusumuza almalıyız, diye bir tutkumuz yoktu. Ama aile olmak için bir sürece girmiştik ve bu adımın da tamamlanması gerekiyordu. Yine de resmi bir iş yapmanın, mahkemeye başvurmanın bir gerilimi oldu. Dava dilekçemizi vermek üzere evden çıkarken bile kalbim titreyerek besmele çekiyordum. Tereddüt ve cesaret… Heyecan ve endişe… Besmele… Besmele… Ömrümde ilk kez davacı…
Röportaj: Anne baba oluyoruz
Fatma İçyer ile yaptığımız röportaj netyazi.com‘da yayınlandı. Buyurunuz… Merhabalar, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Öncelikle biraz bize kendinizden bahsedebilir misiniz? Zehra: Merhaba. Biz de röportaj teklifiniz için teşekkür ederiz. Türk Dili ve Edebiyatı lisans ve yüksek lisans öğrenimlerimle şimdiye kadar çocuk kitabı editörlüğü, edebiyat öğretmenliği, (çocuk bölümünde) kütüphane memurluğu görevlerinde bulundum. Arada yarım ilahiyat talebeliğim oldu ve şimdi de psikoloji lisans öğrencisiyim. Yaptığım işler vesilesiyle sürekli çocuk ve gençlerin dünyasının civarında ya da içinde oldum. Şimdi bütün o tecrübelerin hâlâ yeni olan anneliğimi beslemesini ümit ediyorum. Ahmet: Ben de İşletme Mühendisiyim, bir devlet üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Sizlerin hikâyesiyle instagram hesabınız (@evlatedindik) vesilesiyle haberdar olduk. Buradan başlayacak…
Birlikte ilk yılımız
Zaman hızlı geçiyor. Enes anneannesinin deyişiyle “salatalık gibi çıtır çıtır büyüdü”. Bu esnada hastalıklar, hastane ziyaretleri, aşılar gibi hem can sıkıcı hem de olağan şeyler oldu, kalplerimizin dünya kadar genişlemesi gibi olağanüstü şeyler de… Alnının önünden sarkan ipek gibi kâkülünden ilk tutamı kesip bir zarfa sakladım. Rengârenk kıyafetleri hızla küçüldü. Narin tırnaklarını büyük özenle kim bilir kaç kez kestim. Ciciler giydirdim, mamalar yedirdim. Her yenilik bir hadise oluyordu hayatımızda. Yoğurdu ilk zaman sevmemişti, sonra sever oldu. Yumurtayı yiyorken, yemez oldu. Bazı gün iyice yedi doydu, bazı gün yemedi bir şey. Bazı gün mışıl mışıl uyudu, bazı gün sanki kabus görüyordu. İşlerimizi yapar, hayatlarımıza devam ederken en önemli gündemimiz Enes oluvermişti:…
Film: True Mothers
“Evlat edinme” terimi bu olaya tek bir yönden bakılmasına sebep oluyor çoğunlukla. Terimin merkezinde evlat edinen aileler var. Konu hep onların etrafında dönüyor. Bir evlada gönül açmak, kucak açmak çok heyecan verici elbette. Ama bu heyecanın etkisiyle yavrusunun biyolojik ailesi için “Vicdansızlar! Doğurup doğurup atıyorlar!” diye öfkeyle konuşan anneler biliyorum. Oysa çocuk ve biyolojik aile de evlat edinme vakasından belki en az evlat edinen aile kadar etkileniyor. Haydi, çocuğun da evlat edinilmekten etkilendiği biraz biliniyor diyelim. En karanlıkta kalan alan biyolojik ailenin alanı. Türkiye’de kurum aracılığıyla gerçekleşen evlat edinme/edindirme işlemleri sırasında iki aile görüştürülmüyor, hatta birbirleri hakkında bilgi sahibi de olmuyorlar (çocukla ilgili özel durumlar müstesna). Bu yüzden bizler için…
Kalbimin şarkısı
(Bu yazıyı günlüğümde buldum, okuyunca o zamanlara gittim…) Günler dolu dolu geçiyor. Enes… Kalbimin şarkısı, sesi, neşesi oldu. Güzel bir lütuf oldu, bana süt izni verdiler. Öğleden sonra evdeyim yani. İşten eve koşarak gidiyorum. Annem ablama gidince karşı komşumuz Selma abla bakmaya başladı Enes’e öğlene kadar. Esas mesaim Enes’le eve girince başlıyor. Onu yatağımıza koyuyorum. Konuşa söyleşe temizleniyorum. Ben etrafta dönüp durdukça o da konuşuyor, gülüyor. Ben de ona laf veriyorum, şarkı söylüyorum. Sonra oturma odasına gidiyoruz. Onu zıpzıpa koyuyorum. Bayılıyor orda zıplamaya, yaylanmaya, sallanmaya. O sırada ben de onun öğle öğününü hazırlıyorum, çorba yemek her neyse… Hala dik oturamadığı için pusette yediriyorum türlü maymunluklarla. Sonra keyfine göre ya biraz…
Şans
Enes bize geldiğinde onu karşılamak için ördüğüm battaniyeyi bile bitirememiştim henüz. Hiçbir somut hazırlığımız yoktu. Bir oğlumuz olacaktı ama kaç aylık olacaktı, yazın mı gelecekti kışın mı… Bilmiyorduk. Bize en azından birkaç gün önceden haber verilir sanıyorduk. Bu yüzden ne lazımsa oğlumuzun gelişinden sonra edindik. Annemin hemen kavuşma günü alelacele toplayıp getirdiği kılık kıyafetten, yeğenlerimden kalma iki üç eşyadan, eczacımızın emanet anakucağından başka daha pek çok şey edinmemiz gerekiyordu. Latifem ertesi sabah araba koltuğu, banyo küveti, bebefonla çıktı geldi hemen. Geyikçi teyzeleri haberi alır almaz kanguru yolladılar. Halam oğlunun en güzel battaniyelerini yolladı – ki bunlar ‘büüp bâti ve küçüp bâti’ adıyla hâlâ Enes’in uyku arkadaşları olarak hizmetteler. Amcam şehir…
Nasıl süt anne oldum?
Doğurmamış bir kadının da süt anne olabileceğini ne zamandır biliyordum emin değilim. Ama evlat edinmeye niyetlendiğimiz zamandan beri “keşke ben de süt anne olabilsem” diye ümit ediyordum. Oğlumuzu beklerken sıramızın tek tek ilerleyeceğini, dolayısıyla oğlumuza kavuşma vaktimizin yaklaştığını bileceğimizi sanıyormuşuz ki bütün o süre boyunca ona nasıl süt verebileceğime dair tek bir araştırma, soruşturma bile yapmamıştım. Hele sıramız biraz ilerlesin derken derken ertelemiştim bu işi. Enes’imize kavuşmamız o kadar ani olmuştu ki ilk haftalarda tek derdim onun düzenine ayak uydurmak, onu alışık olduğu şekilde doyurabilmek, uyutabilmek, temizleyebilmek ve alışık olmadığı kadar sevmekti. Dolayısıyla sadece oğluma ve aramızdaki iletişime odaklandığım birkaç hafta boyunca süt vermenin peşine düşmedim. Zaten o arada halası…